Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan, 9 ayın sonunda görevi başkan yardımcılarından Fatih Karahan’a devredecek. Para politikasının işleyişi ve finansal piyasalardaki yansımalar açısından bu görev değişikliğinin kalıcı bir etkisi olmasını beklemiyorum. Zira ekonomik dengeler açısından önemli olan para politikasını kimin yönettiğinden ziyade politika duruşunda bir U-dönüşü olup olmadığıdır.
Bu seferki başkan değişikliği, önceki üç başkan değişikliğinin aksine siyasi otoritenin politika tercihlerindeki bir değişiklikten kaynaklanmıyor. Hafize Gaye Erkan’ın babası ile ilgili gündeme düşen haberlerin yarattığı kişisel ve dolayısı ile kurumsal güven kaybından kaynaklanıyor.
Para politikası duruşunda bir değişiklik olmadığı sürece gerek içeride gerekse yabancı yatırımcılar nezdinde bir algı değişikliği oluşmayacaktır. Keza gerek Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, gerekse Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın sosyal medya paylaşımları, politika duruşunda bir değişiklik olmadığına, şoför değişikliği olsa da aynı rotada devam edileceğine işaret ediyor.
Merkez Bankası’nda başkan değişikliğinin piyasalar ve para politikasının işleyişi nezdinde bir etkisi olacaksa bu etkinin olumlu yönde ve Merkez Bankası’nın son haftalarda yıpranan kredibilitesini onarmaya yönelik olabileceğini tahmin ediyorum. Her ne kadar çıkan dedikodular kurumla ilgili olmayıp kişisel seviyede kalsa da Merkez Bankası Başkanı kurum ile özdeşleşen ve kurumu en üst seviyede temsil eden bir isim. Başkanın kredibilitesi ile Merkez Bankası’nın kredibilitesi iç içe geçmiş olup birbirinden kolay ayrıştırılamayan kavramlar. Bundan dolayı başkanın isminin o ya da bu nedenle yıpranması, doğrudan para politikasının işleyişini etkiler.
ABD Merkez Bankası’nın (Fed) eski başkanlarından Ben Bernanke’nin “Para politikası yüzde 98 konuşma, yüzde 2 eylemdir” sözünden yola çıkarsak, Merkez Bankası’ndaki başkan değişikliğinin, beklenti yönetiminin olmazsa olmazı olan kredibilite konusunda onarıcı bir etki yaratacağını umuyorum.
İronik bir şekilde ya kurumsal bağımsızlığın çok yüksek ya da çok zayıf olduğu ortamlarda Merkez Bankası Başkanı’nın ismi ikinci plandadır. Çünkü her iki durumda da başkanın kişisel duruşunun para politikasının gidişatı üzerindeki etkisi sınırlıdır.
Kurumsal bağımsızlığın yüksek olduğu ülkelerde Merkez Bankacılığının bir ekip işi olduğu kavramı ön plandadır. Siyasi baskılardan korunmuş bir Merkez Bankası’nın, başkan kim olursa olsun optimal para politikasından ayrışma göstermeyeceği bilinir. Bu ülkelerde Merkez Bankası başkanlarının görev süreleri kanunla güvence altındadır. Hatta ABD’de, Donald Trump zamanında göreve gelen Fed Başkanı Jerome Powell’ın 4 yıllık görev süresinin sonunda Başkan Joe Biden tarafından tekrar göreve atandığını unutmayalım. Trump Powell’ı değil de o zamanki potansiyel adaylar listesinde olan Janet Yellen ya da John Taylor’u göreve getirseydi, Fed politikaları bugün farklı bir yerde olur muydu? Muhtemelen hayır.
Kurumsal bağımsızlığın zayıf olduğu Türkiye gibi ülkelerde ise Merkez Bankası Başkanı, görevdeki kişi kim olursa olsun, siyasi otoritenin nihai karar mercii olduğu bilindiği için ikinci planda kalır. Merkez Bankası politikaları açısından kritik karar 4 Haziran’da Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanı olarak atanmasıyla işaretlenen ortodoks politikalara dönüş kararı idi. Bu noktada başkanının Hafize Gaye Erkan ya da Fatih Karahan olması Merkez Bankası’nın duruşunu değiştirir mi? Muhtemelen hayır.